Alaska Zirvesi: Gizlenen Buzdağının Görünen Yüzü

PROF. DR. MEHMET SEYFETTİN EROL

Ankara Kriz ve Siyaset Araştırmaları Merkezi (ANKASAM) Başkanı

Aysbergin görünen yüzü kadar görünmeyen yüzünü derinlikli okuyabilmek, Alaska’da yaşananların uluslararası sistemin geleceği açısından ne anlama geldiğini, meselenin Ukrayna ötesi bir pazarlık süreci olduğunu daha anlaşılır kılacaktır. Dolayısıyla tüm dünyaya servis edilen, ABD Başkanı Trump ve Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Putin arasında gerçekleşen zirvenin magazinsel boyutunu aşabilmek ve oradaki mesajları analiz edebilmek büyük bir önem arz ediyor.

Bu bağlamda zirvenin adresi olarak Alaska’nın seçilmiş olması bile başlı başına derin bir mana içeriyor; özellikle de Çarlık Rusyası’nın burayı Kırım Savaşı sonrası satmak zorunda kalmasının mali boyutları kadar, İngiltere’ye karşı bir denge arayışına varan jeostratejik hesapları boyutunda… Bu kapsamda yapılan bir okuma, her iki liderin Alaska’da uzun vadeye yönelik ortak bir gelecek arayışında olduklarını akıllara getiriyor.

CAMBAZA BAK STRATEJİSİ

Zirvenin gündemi her ne kadar tüm dünyaya Rusya-Ukrayna Savaşı’nda bir ateşkes/barışın tesisi olarak ilan edilse de, bunun böyle olmadığı bilinen bir sır… Suriye krizinde ABD-Rusya ilişkilerinin yeni formatına yönelik arayışlarda ilk sınavını başarıyla veren iki lider, bunu Ukrayna süreci üzerinden daha da pekiştirme hedefinde.

Ukrayna’da barışın halen tesis edilememiş olmasının ve Trump’ın tarihe bir özdeyiş olarak şimdiden geçen “Anlaşma olana kadar anlaşma yok” ifadesinin altında yatan neden de bu. Dolayısıyla Alaska’da Trump ve Putin aslında ABD-Rusya arasında bir süredir devam eden normalleşme arayışlarında finale doğru liderler diplomasisini başlatmış görünüyorlar.

Burada detay ya da magazinsel boyutta servis edilen haberler de dikkat çekici. Her ne kadar bu haberler sanki iki lider arasında bir kriz varmış gibi lanse edilse de (örneğin Putin Ukrayna’da ateşkes konusunda anlaşmaya varamadan Alaska’dan ayrıldı gibi), aslında meselenin öyle olmadığı ortada. Benzer şekilde, ortak basın toplantısında soruların alınmaması da sürecin büyük bir hassasiyetle yürütülmesinde tarafların ortak bir irade içinde hareket ettiğini gösteriyor. Bu noktada iptal edilen öğle yemeği de tarafların acele etmediklerinin ve yanlış sinyal vermek istemediklerinin bir göstergesi olarak değerlendirilebilir.

AB ETKİSİZ ELEMAN UKRAYNA KURBAN

Nitekim günün sonunda sonuç yok ama çok ilginç bir şekilde her iki taraf da gelinen aşamadan memnun; Avrupa ve Ukrayna hariç. Bu da aslında tüm zirvenin fotoğrafını net bir şekilde ortaya koyuyor.

Çok ilginç bir şekilde, başta Zelensky olmak üzere, Avrupalı liderler halen ya bu gerçeği görmüyorlar (ki bu imkansıza yakın bir olasılık) ya da çaresizliklerinden ötürü amiyane tabirle “salağa yatıyorlar”. Fakat net olan husus şu: Bu zirvede bir kez daha görüldü ki, AB/Avrupa “etkisiz eleman”, Ukrayna ise ne yazık ki bir “kurban”.

Dolayısıyla Ukrayna Devlet Başkanı Zelensky ve Avrupalı liderlerin Washington çıkarmaları ya da Trump’a yönelik baskıları, sadece Trump/ABD’nin Putin’e karşı kullanabileceği bir baskı aracından/gerekçesinden öte bir anlam içermiyor. Daha da ötesi, bundan sonraki süreçte etki kapasiteleri de pek mümkün değil. Çok kutuplu dünya noktasında en azından bir süreliğine iddiasını kaybeden AB/Avrupa’nın “stratejik özerklik” hedefinde Çin dışında önünde başka bir seçenek de kalmamış oluyor. Bu husus Rusya açısından da geçerli. Fakat Ukrayna sonrası buna ne kadar cesaret edebilirler, açıkçası çok emin değilim.

YENİDEN “RUSSIA FIRST”E DOĞRU MU?

Dolayısıyla Alaska Zirvesi, ABD perspektifinden Trump’la birlikte Rusya’yı merkeze alan yeni dış politika inşa sürecinde önemli bir merhale olarak karşımıza çıkıyor. Trump ile Putin’in karşı karşıya kaldığı iç ve dış politikadaki gelişmeler, mevcut ve potansiyel sorunlar boyutuyla her iki lideri daha pragmatik ve rasyonel bir tutuma zorluyor.

ABD, SSCB sonrası ilk yıllarda uygulamaya koyduğu ve Yeltsin’in ikinci dönem başkanlığı sırasında vazgeçtiği “Russia First” politikasının ne anlama geldiğini, Rusya’yı göz ardı eden politikalarının ne tür ağır maliyetlere yol açtığını geç de olsa idrak etmeye başlamış vaziyette. Düne kadar Putin Rusya’sını kendisine karşı kullanmaya çalışan Almanya merkezli AB ve Çin ikilisine karşı, ABD Rusya’yı yanına alarak hem bu cepheyi adım adım bölüyor hem de karşı karşıya getiriyor.

Bu kapsamda son darbeyi indirmek için de üç yıldır Ukrayna batağına saplanmış olan Putin’e “kısmi zafer” ile çıkış yolu sunuyor. Trump’ın Ukrayna’yı “bir miktar toprak” karşılığı Rusya ile barışa zorlamasının altında da bu yatıyor. Böylece iç ve dış politikada zayıflamaya başlamış Putin’in eli “Pirus Zaferi” ile kuvvetlendirilmek suretiyle Rusya, ABD’nin Çin politikasında en azından nötr bir pozisyona çekilmek ya da Çin’i baskılamaya yönelik Avrasya ağırlıklı bir ortak konumuna getirilmek isteniliyor. Dolayısıyla Trump, Rusya’nın daha fazla yıpranmasını, ABD’nin küresel politikasındaki çıkarlarının gereği daha fazla arzu etmiyor, kontrol edilebilir bir Rusya onun için yeterli diyebiliriz.

HANGİ “ORTAK DÜŞMAN”?

Kremlin’deki stratejik akıl “Büyük Rusya” için bir kez daha Batı’ya ve onun bugünkü lideri konumunda bulunan ABD’ye yönelmiş vaziyette. Düne kadar Rusya’nın en büyük düşmanı olarak kabul edilen “Atlantik Ötesi Güç”, Medvedev’in devlet başkanlığını üstlendiği dönemde gerçekleştirdiği ABD ziyaretinde gündeme getirdiği, fakat Washington’da karşılık bulmayan taleplerini bu sefer Alaska’da masaya koymuş görünüyor.

Putin’in Alaska Zirvesi’nde “ortak düşman/öteki” üzerinden “ortak gelecek/kader birlikteliği” noktasında anlaşılabilecek ifadesi önemli. Tarihe sıklıkla başvuran Putin’in Ukrayna işgali öncesi Avrupalı muhataplarına yönelik “19. Yüzyıldaki ortak düşman” ifadesi de bu bağlamda göz ardı edilmemeli. Bu durumda şunu sormak gerekiyor: Ortak düşman kim? Ya da şöyle soralım: ABD açısından, özellikle de Trump boyutuyla hangi “ortak düşman” çok daha cazip bir karşılık bulabilir?

ÇANLAR KİMİN İÇİN ÇALIYOR?

Ukrayna’da ateşkes/barış, ABD-Rusya arasındaki normalleşme sürecinde tarafların nasıl bir dünya düzeni ve burada nasıl bir işbirliği hususlarında varacakları mutabakata bağlı. Bu olmadan Rusya-Ukrayna/Avrupa savaşının bitmesi pek mümkün görünmüyor. ABD bu oyunu devam ettirecektir. Diğer taraftan mutabakat sağlansa bile, Ukrayna vb. bölgeler, dondurulmuş birer kriz alanı olarak Rusya ve AB/Avrupa açısından her an patlamaya hazır birer bomba gibi sürecin sigortası olarak elde tutulmaya çalışılacaktır.  

Bu da şu anlama geliyor: AB/Avrupa-Rusya ilişkilerinin geleceği büyük ölçüde ABD kontrolünde olacak. Burada da kilit husus enerji güvenliği boyutunda kendisini gösterecek. ABD, Rusya-AB/Avrupa arasındaki enerji güvenliğini (kaynaklar ve koridorlar bağlamında) koordine eden bir aktör olarak süreçteki yerini alacak. Zira ABD, Rusya-AB/Avrupa ikilisinin enerji üzerinden kendisine yönelik daha önceki oyunundan büyük bir ders çıkarmış görünmekte. Aynı şekilde, Rusya ve AB/Avrupa ikilisinin ABD’nin tek kutuplu dünya arayışında kendisine karşı bir sorun çıkarmasının önüne de geçilecek. Daha somut ifadeyle, AB/Avrupa-Rusya ikilisi, Çin’in başını çektiği çok kutuplu dünya sürecinde oyundan çıkartılacak, ABD’nin kendilerine uygun gördüğü rolü oynamaya mecbur bırakılacaklar. Bu da ABD açısından kontrollü çok kutuplu bir dünya inşası ile eşdeğerdir ki, aslında bu husus Çin’in “Yeni Büyük Oyun”da daha da yalnızlaşması anlamına gelecektir.

 

Kaynak: Ekonomim

Başa dön tuşu